BEYNİ ETKİSİ ALTINA ALAN DUYU “KOKU” -1
Koku sadece bulunulan ortamda alınan duyu
olmakla mı sınırlı yoksa tedavide de etkili mi? İnsanların ter kokusu
hakkında ne biliniyor? İlişkilerde kokunun etkisi var mı? Koku alamama
hastalığı hakkında neler biliniyor? Alanında uzman pek çok isimden bu
konuda merak edilenlerin yanıtını Sağlık Dergisi araştırdı.
Her ay olduğu gibi bu ayda beyin ile ilgili farklı bir konuyu ele
alıyoruz. Koku beyini nasıl etkiliyor? Mekanizması nedir? Tedavide
kullanılıyor mu? Bu konuda ne gibi çalışmalar yapılmış?
Bir kokunun beyinde oluşturduğu hafıza ile geçmişe götürmesi,
mekanizması, aromaterapide kullanımı ve önümüzdeki günlerde sinema
salonlarına da taşınması planlanıyor. 4D teknoloji ile film izlenirken
artık film sahnelerine göre koku verilecek.
Koku: Bir Katilin Hikayesi
Koku denildiğinde herkesin aklına gelen ilk film Koku (Perfume: The
Story of a Murderer) 2006 yapımı, Patrick Süskind'in Perfume isimli
romanından uyarlanan sinema filmi. Filmde, doğduğu zaman ölüme terk
edilen Jean-Baptiste’nin etraftaki kokuları algılamasıyula yaşama
tutunma mücadelesini anlatıyor. Altı yaşına geldiğinde hala konuşamayan
Jean-Baptiste’nin kokular hakkındaki inanılmaz yeteneği ortaya çıkmaya
başlar. 13 yaşına geldiğinde Grimal bir deri işleme atölyesi
işletmektedir. Paris’e ilk gittiğinde havada hiç tanımadığı yabancı
kokuları keşfeder. Ve bu kokular onu hiç sahip olmadığı olamayacağı
hayallerine sürükler. Kokuların etkisiyle olsa bir genç kadının ölümüne
sebep olur. Parfüm yapımını ve kokunun etkisini konu alan çarpıcı bir
film.
Koku sadece bulunulan ortamda alınan duyu olmakla mı sınırlı yoksa
tedavide de etkili mi? İnsanların ter kokusu hakkında ne biliniyor?
İlişkilerde kokunun etkisi var mı? Koku alamama hastalığı hakkında neler
biliniyor? Alanında uzman pek çok isimden bu konuda merak edilenlerin
yanıtını ilk kez bu kadar detaylı araştırıldı.
“Doğamızda, Koku Duyusunu Algılayabilecek Canlılar Dışında “Koku” Diye Bir Kavram Yok”
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı
öğretim üyesi Doç. Dr. Sinan Canan koku ile ilgili şunları söyledi:
“Koku, vücudumuzun dış dünyadan haber ama yolları olan temel duyulardan
bir tanesidir. Koku dediğimiz kavram aslında sadece bir biyolojik
algılama ve yorumlama meselesidir ve tabiatta, koku duyusunu
algılayabilecek canlılar dışında “koku” diye bir kavram aslında yoktur.
Aynı şey ses, renk, ağrı ve tat gibi duyular için de geçerlidir. Kokunun
diğer duyulardan bazı farklı yönleri olmakla beraber, hem filogenetik
olarak çok “eski” olması hem de davranışlarımız üzerinde doğrudan etkiye
sahip olması bakımından önemlidir. Fakat yine koku da diğer
duyularımızda olduğu gibi, dışarıdan gelen bazı uyaranların mesela
burada bazı uçucu kimyasal maddelerin vücudumuzda kendilerine uygun
algılayıcı (reseptör) hücreleri etkilemesi sonucu tetiklenen bir dizi
karmaşık sinirsel süreç ile algılanır. Neticede yapılan şey, kimyasal
sinyallerin kimyasal algılayıcılar (kemoreseptörler) aracılığıyla,
beynin anlayabileceği sinirsel sinyallere dönüştürülmesidir.
Koku Bilinçli Algılanır
Koku duyusunun algılanması için insanlarda ilk durak, diğer tüm
memelilerde olduğu gibi burun mukozasıdır. Burnumuzun iç-üst kısmında
bulunan ve adına “koku mukozası” denen özel sıvı kaplı bir bölümde,
beynin en ilginç hücreleri olan koku algılayıcı hücreleri, diğer adıyla
“olfaktor reseptörleri” bulunur. Bu hücreler uzantılarını mukoza
dediğimiz burnun iç örtüsünü kaplayan sümüksü kıvamdaki sıvının içine
uzatarak buraya ulaşacak kimyasal maddeleri beklerler. Soluk alıp verme
sırasında burun mukozasına ulaştırılan koku uyarıcı kimyasal maddeler,
bu hücrelerin üzerinde bulunan özel moleküler mekanizmaları harekete
geçirir. Bu moleküler mekanizmalar ise genel kimyasal maddenin
özelliğine ve miktarına bağlı olarak, algılayıcı hücrelerin elektriksel
yüklerinde değişiklikler yaparlar. Zaten beynimizin ve sinir
sistemimizin her yerinde haberleşme için temel olarak kullanılan yol da
işte bu sinirsel elektrik yükü değişiklikleridir. Kokulara cevap olarak
meydana çıkan bu elektriksel değişimler de öncelikle beynimizin ön
kısmında bulunan koku soğanı denen bölgeye ve ardından da beynin diğer
bazı önemli bölgelerine dağıtılarak hem kokunun bilinçli olarak
algılanması, hem de kokuya bağlı olarak meydana getirilmesi beklenen
zihinsel ve davranışsal değişikliklerin ortaya çıkması sağlanmış olur.
“Balık ve Sürüngenlerde Beynin Önemli Kısmını Koku Lobu Oluşturur”
Kokunun beyinde algılanması meselesi aslına bakarsanız fizyolojik olarak
halen bir muammadır. Koku duyumuzun çeşitliliğine baktığımızda bu
durumu biraz daha iyi kavrayabiliriz. İnsanlar binlerce kokuyu başarılı
olarak birbirinden ayırabilmektedir. Normal bir insanın 40 bin ila 10
bin kokuyu rahatlıkla ayırt edebilmesi beklenir. Ayrıca bazı kokular,
mesela misk kokusu, litrede 0.00004 mg kadar bir miktarda dahi
algılanabilmektedir. Yine doğalgazı kokulandırmak için veya koku
bombalarında eğlence amaçlı kullanılan butil merkaptan maddesi, hava
içinde 2.8 milyarda bir oranında olsa bile algılanabilmektedir. Hem bu
kadar çeşitli, hem de bu kadar hassas bir sistemin nasıl işlediğini
henüz tam olarak bilemiyoruz. Fakat bilinenler de az değildir; şöyle ki:
Koku algılayıcı hücreler, koku uyaran moleküllerle karşılaştıklarında
beynin ön kısmındaki “koku lobu” dediğimiz bölgeye elektriksel sinyaller
gönderirler. Bu sinyaller koku lobunda “koku yumakçıkları” denen özel
hücresel değerlendirme istasyonlarında çok karmaşık bir süreçler
dizisini başlatırlar. Koku lobu denen bu bölge aslında doğrudan beynin
bir parçasıdır ve en az beynin kabuğu kadar karmaşık bir yapı sergiler.
Aslına bakarsanız aşağı düzey olarak nitelediğimiz bir çok hayvanda,
mesela balık ve sürüngenlerde, beynin önemli bir kısmını ve hatta en üst
düzey değerlendirme merkezini bu koku lobu oluşturur; zira onlarda
bizdeki ve diğer memelilerdeki gibi gelişmiş bir “beyin kabuğu” bölümü
bulunmaz. Kısacası bu bölge, bir çok hayvanın hayatını idame etmesini
sağlayacak karmaşık süreçleri yönetebilecek kadar yetkin ve karmaşık bir
bölgedir.
“Her Kokunun Kendine Özel Bir Elektriksel Kalıbı Var”
İnsanlarda ve diğer bazı memelilerde yapılan çalışmalar, belli koku
moleküllerinin bu “koku yumakçıkları”nda ve koku lobu dediğimiz bölgede
özel sinirsel faaliyetlere ve elektriksel bazı türbülanslara neden
olduğunu göstermekte. Aynen sudaki veya havadaki türbülanslar gibi, kısa
bir süre içinde oluşup kaybolan bu elektriksel dalgalanmalar, adeta o
kokuya özgü bir “faaliyet kalıbı” oluşturarak, bu sinyali beynin diğer
algılayıcı ve uygulayıcı bölgelerine gönderirler. Bu faaliyetler,
bilgisayarlarda modellenerek incelenemeyecek kadar girift ve karmaşık
yapıdadır. Fakat çalışmalardan çıkan ilginç bir sonuç daha var ki, o da
koku duyusunun algılanmasına dair açıklamaları daha da zora sokmakta:
Tavşanlara yeni bir koku koklattığınızda, koku lobunda belli bir “koku
deseni”, yani özel bir elektriksel dalgalanma örüntüsü oluşuyor. Her
kokunun kendine özel bir elektriksel kalıbı var; fakat hayvanlara yeni
bir koku öğretildikten sonra arada bir başka koku koklatılıp, ilk
öğretilen koku tekrar verildiğinde, hayvanın koku lobunda meydana gelen
kalıbın da değiştiği görülüyor; yani her kokunun sabit bir elektriksel
karşılığı yok ve koku algısı her tecrübe ile yeniden şekillendiriliyor.
İşte bunun gibi karmaşık özellikler de koku duyusunu bildiğimiz anlamda
sınamayı ve anlamayı zorlaştıran unsurlardan.
“Koku Deneyi Yapmak Zor”
Koku duyusunu çalışmak da çok kolay değil. Zira bir kokunun algılanması
için bir çok kontrolü zor faktörün gerçekleşmesi gerekiyor. Koku alacak
kişi veya canlı soluk almalı, koku molekülü önce havada dağılmalı,
ardından koku mukozasına ulaşarak orayı kaplayan sıvıda çözünmeli, sonra
algılayıcı hücrelere ulaşmalı... Bu süreçler kontrolü ve takibi zor
süreçler olduğundan, mesela göze ışık tutarak yapabileceğiniz görme
duyusu deneyleri gibi rahatça koku deneyi yapamıyorsunuz. Bu da kokunun
algılanmasının aşamalarının anlaşılmasını zorlaştıran unsurlardan
birisi. Fakat kokunun kesin ve yadsınamaz biyolojik etkilerine bakarak,
kokunun nerelerde ve ne şekilde değerlendirilebildiğini daha rahat
tahmin edebiliyoruz. Henüz temel mekanizmalar hakkında bilgilerimiz çok
az olsa da, kokunun biyolojisi hakkında elde ettiğimiz bilgiler,
özellikle kozmetikte oldukça işe yarar ve pratik bir şekilde
kullanılmaya devam ediyor.
“Ağrı Duyusunu, Depresyon Durumlarını Ve Hafızayı En Fazla Etkileyen Şeylerden Birisi: Koku”
Koku duyusu, her ne kadar insanlarda, mesela “köpekler kadar gelişmiş
değildir” gibi kalıp cümlelerle hep ikinci-üçüncü planda önemli bir
duyuymuş gibi düşünülse de aslında öyle değildir. Sadece çevreniz
hakkında size çok önemli bilgiler vermekle kalmaz, bütün
davranışlarınızı etkileyebilme, hatta biyolojik ritimlerinizi dahi
etkileyebilme özelliğine sahiptir. Psikobiyoloji alanında kokuya dair
gerçekten çok sayıda çalışma yapılmış ve yapılmaya da devam ediyor.
Mesela bazı kokuların mekan algısını etkilediği, bulunduğunuz yeri size
daha büyük veya daha küçük gösterdiği biliniyor. Bunun yanında ağrı
duyusunu, depresyon durumlarını ve hafızayı en fazla etkileyen şeylerden
birisinin koku olduğunu biliyoruz. Güzel koku hafıza oluşumuna olumlu
etki yapıyor ve güzel olarak nitelendirilen kokularla birlikte öğrenilen
bilgi veya beceriler genellikle insanlarda daha kalıcı halde
depolanabiliyor.
“Güzel Koku Kadınlarda Ağrı Kesici Etki Yapıyor”
Kadın ve erkeklerin koku algısı farklı olmasıyla ilgili çalışmalarda bu
yönde de bazı bulgular var; mesela bunlardan bir tanesi, güzel kokuların
kadınlarda erkeklere göre daha fazla oranla “ağrı kesici” etki yaptığı
gösterilmiş. Kadınların koku duyusu açısından genellikle erkeklere göre
daha hassas olduğunu da biliyoruz. Bireysel farklılıklar olsa da
ortalama olarak bir kadın erkek farklılığından bahsetmek mümkün.
Kadınlar ayrıca feromon dediğimiz koku tabanlı hormon sinyallerini
algılama ve bunlara göre davranış değişiklikleri gösterme konusunda da
erkeklere oranla daha duyarlılar.
Feromon Nedir? Ne gibi İşlevi Vardır?
Feromonlar, koku bezlerinden salgılanan ve havada dağılarak diğer
canlılarda davranışsal değişiklikler oluşturmak üzere biyolojik bazı
etkiler yapan kimyasal maddeler olarak biliniyor. İlk olarak
ipekböceğinden elde edilen “bombikol” adlı madde üzerine yapılan
çalışmalarla başlayan feromon araştırmaları bu gün oldukça ilginç
noktalara ulaşmış durumda.
Feromonlar, genellikle kokularını bilinçli olarak hissedemediğimiz ve
muhtemelen koku organlarında normal kokuların algılandığı
mekanizmalardan daha farklı bir mekanizma ile algılanan kimyasal
sinyallerdir. Örneğin fareler ve yılanlar gibi bir çok hayvanda varlığı
gösterilen ve “vomeronazal organ” olarak bilinen bir organ, burun
bölgesinin hemen üstünde yer alır ve görevi bu feromon sinyallerini
algılayarak beyne göndermektir. İnsanlarda da buna benzer bir algılayıcı
bölgenin var olması muhtemel, fakat henüz o konuda kesin bir kanıtımız
yok. Fakat insanların da bir çok hayvan gibi feromonlara tepki verdiğini
ve fizyolojik bazı yanıtlar oluşturduğunu biliyoruz. Hayvanlar
feromonları daha ziyade cinsel faaliyetlerin düzenlenmesi amaçlı
sinyaller olarak kullanıyorlar. Hayvanların çiftleşme öncesi
birbirlerini koklamaları da aslında bu feromon sinyallerini algılama
yönünde bir çaba. Özellikle dişiler, çiftleşme dönemlerinde farklı
feromonlar salgılayarak erkek hayvanları bu durumdan haberdar ederek
nesillerini devamını sağlayabiliyorlar. Aynı şekilde erkek bireylerden
salgılanan feromonların kimyasal yapıları da dişilerin uygun eşleri
seçebilmeleri için gerekli kıstasların sinyallerini veriyor. İnsanlarda
da bu durumun geçerli olduğunu bir çok örnekten biliyoruz.
“Kokular Zihinsel Enerjimizi Artırıp Odaklanmamızı Kolaylaştırır”
Koku, hem şuurlu hem de şuursuz olarak etkisi altında kaldığımız çok
karmaşık etkilere sahip bir duyu. Bir kere, koku algılaması esnasında
beynimizin çok büyük bir bölümü etkilenir ve faaliyetlerini artırır.
Bunlar arasında en önemli kısımlar, hislerimiz ve hafızamızın oluşumunda
çok önemli rol oynayan limbik sistem, amigdala ve şakak (temporal)
loblarımızın diğer kısımlarıdır. Bu bölgelerin uyarımı sayesinde farklı
kokular ruh durumumuzda belirgin değişiklikler meydana getirebilirler.
Güzel olarak nitelediğimiz kokular zihinsel enerjimizi artırıp
odaklanmamızı kolaylaştırır, hafızamızı güçlendirip stresi azaltmada
yardımcı olabilir. Koku duyusunun ayrıca hafıza ile ilgili bölgelerle
doğrudan bağlantı yapması da koku ile hafızanın yakın ilişkisini
açıklar. Hayatın belli bir döneminde belli duygusal durumlarla ilişkili
olarak kaydedilmiş olan koku sinyalleri, yıllar sonra bile koklandığında
hemen o anların canlanmasını sağlar; bunu hepimiz tecrübelerimizden
biliriz. Aynı şekilde, kötü anılar ve kötü kokular da benzer ama olumsuz
etkiler gösterebilmektedir.
“Tat Duyusunun Neredeyse Yüzde 75’i Burnumuzdaki Koku Algılayıcıları İle İlgili”
Koku sadece koku ile ilgili değildir; tat duyusu dediğimiz duyunun
neredeyse yüzde 75 kadarı burnumuzdaki koku algılayıcıları ile
ilgilidir. Bu yüzden, burnumuzu ve üst solunum yollarımızı etkileyen
hastalıklara tutulduğumuzda yemeklerimizin tadı tuzu kalmaz! Dilimizde
bulunan tat reseptörleri genelde sadece beş tip tat duyusunu algılarlar:
Tatlı, tuzlu, ekşi, acı ve “umami” denen yahut “et tadı” olarak
niteleyebileceğimiz (glutamik asitin tadını alan reseptörlerden gelen)
tatlardır bunlar. Fakat yemeklerden aldığımız karmaşık “lezzet” duyusu,
tattan ziyade, burnumuzdaki koku algılayıcılarından beynimize giden
sinyallerle oluşturulur ve koku burada lezzetin belirlenmesinde çok
önemlidir. Dolayısıyla sanırım lisanımızda da tat ve lezzet arasında
böyle bir ayrım yapmak lazım...
Koku Kayıt Sistemi Nasıl Çalışıyor?
Koku kayıtlarının beyinde nasıl depolandığını, aynen hafıza kayıtlarında
olduğu gibi, pek bilemiyoruz. Bu konuda Walter Freeman’ın yaptığı
çalışmalar ilginç ayrıntılar verse de yine de kokunun ve benzer sinirsel
hafıza kayıtlarının ne şekilde tutulduğu hakkında pek fikrimiz yok. Ama
muhtemelen, şu anki yaygın kabul gören teorilere göre, bu tip hafıza
kayıtlarının, beynin belli bölgelerine dağınık olarak yerleşen ve
zamanla hem şiddeti hem de içeriği değişebilen sinirsel faaliyet
kalıpları şeklinde depolandığını düşünebiliriz. Elbette bu sadece bir
teori ve bir kaç çalışma dışında bunun tam olarak nasıl bir mekanizma
ile gerçekleştiği hakkında halen net bir fikrimiz yok.
“Koku Hafızası Görsel Hafızadan Daha Kuvvetli”
Bunların yanı sıra koku hafızasının görsel hafızadan daha kuvvetli
olduğunu ve daha uzun süre saklanabildiğini de biliyoruz. Görülen bir
sahnenin hatırlanma oranı üç ayda yüzde ellinin altına düşerken, kokular
bir yıl sonra deneklerin yüzde altmışbeşi tarafından hala
hatırlanabiliyor mesela. Dolayısıyla, koku hafızası görsel ve işitsel
hafızadan daha kalıcı etkiye sahip.”
“Koku Duyusu Beynin Çok Farklı Alanlarında İz Bırakabilir”
“Öğrenme Beyinde Nasıl Oluşur?” ve “Aşk ve Beyin” kitaplarının yazarı
Nöroloji Uzmanı Dr. Bülent Madi koku ile ilgili şu bilgileri verdi:
“Koku, diğer duyularımız gibi duygu, düşünce ve davranışlarımıza yön
verir. Hoş koku aldığımızda o kokuya doğru yönelmek isterken, koku bizi
rahatsız ettiğinde uzaklaşmak isteriz. Bu koku yemekten de gelebilir,
esans da olabilir. Bazı kokular bize çocukluğumuzu ya da tanıdıklarımızı
anımsatabilir. Özet olarak koku eğitici olduğu kadar belleğimizde az iz
bıraktığını zannettiğimiz bilgilerin de beklenmediğimiz anda
hatırlamamızı sağlar. Çünkü koku duyusu beynin çok farklı alanlarında iz
bırakabilir.
“Koku Duyusu Talamusa Doğrudan Gelmez”
Koku ilk olarak burun boşluğunun iç kısımlarında bulunan koku epiteli
bölgesine gelir. Buradaki koku reseptörleri farklı kokulara çabuk uyum
sağlamamıza ve birçok kokuyu birleştirmemize yardımcı olur. Bu bölgeye
gelen bilgiler beynin ön kısmında yer alan koku soğanı aracılığı ile
alınır. Çevreden aldığımız beş duyuyu talamus toplayıp gerekli yerlere
geri dönüşümlü olarak aktarır. Beş duyudan biri olan, koku duyusu
talamusa doğrudan gelmez, limbik sistemin birkaç yerini dolaşıp gelir.
Koku reseptörleri bilgiyi doğrudan kortekse ilettiği için diğer
duyulardan farklıdır.Koku soğanına gelen bilgi öncelikli olarak koku
merkezine ardından da beynin ön tarafında bulunan frontal lobun alt
kısmına dolaylı olarak iletilir.
“Sağ Lob Parfüm, Sol Lob Nane”
Beynin sağ tarafındaki talamusun orta kısmı ve beynin sağ taraftaki
frontal lobun alt kısmı daha yoğun kokularda örneğin parfüm gibi daha
fazla aktive olur. Sol beyin yarı küresi ise daha basit kokularda
örneğin nanede aktive olur. Ancak bu beynin bir kısmının daha fazla
çalıştığı anlamına gelmez. Yoğunluğu fazla olan kokuyu aldığımız zaman
sağ beyin yarı küresindeki talamusun orta kısmı ve frontal lobun alt
kısmının daha fazla aktive olduğu araştırmalarda belirlenmiştir. Ancak
koku yoğun da olsa basit de olsa beynin aynı bölgeleri az veya çok
aktivasyon gösterir. Talamusun ön orta tarafı, frontal lobun alt tarafı,
kaygıdan sorumlu olan amigdala, hormonlarla ilgili olan hipotalamus ve
bellek ile ilgili olan hipokampus gibi beyin yapıları. Ayrıca insan
beyninde sağ hemisfer şu işi yapar, sol hemisfer şu işi yapar diye yüzde
100 ayırmanın yanıltıcı olabileceğine dikkat edilmesi gerekir.
“Çevre Kirliliği Koku Duyusuna Hasar Verir”
En iyi eğitim tüm duyulardan yararlanılarak oluşturulan eğitimdir. Koku
aldığımızda beyinde birçok bölgenin aktive olur. Bu nedenle koku
duyusunun da öğrenme süreçlerini hızlandırıcı ve kalıcı öğrenme
konusunda destekleyici olduğunu söyleyebiliriz. Kentlerde görülen çevre
kirliliği, koku duyusunun etkin kullanımını olumsuz etkilemektedir.
Çevre kirliliği koku duyusuna hasar verir. Alzheimer, parkinson gibi
beyni etkileyen ilerleyici nörolojik rahatsızlıklarda koku duyusu
azalır. Temporal lob epilepsisi geçiren veya temporal loblarında tümörü
olan bireyler gerçekte olmayan kötü kokuların var olduğunu
zannedebilirler, yanık plastik kokusu, yanmış yağ kokusu gibi.
Herkesin Algılayabildiği Feromonlar Farklı
Burundan kokudan başka kimyasal maddeler de algılanır. Bunlar
feromonlardır. Boyun koltuk altı, bacak aralarından ve cildin başka
taraflarından salgılanır. Karşı cinsi çekici özelliği vardır. Yapay
olarak üretilip benzerleri parfüm içerisine de konulmaktadır. Her
kadının ve erkeğin algılayabildiği veya keyif aldığı feromonlar farklı
olabilir.
“Memeli Hayvanlarda Koku ve İşitme Canlının Hayatta Kalması İçin En Önemli Duyular”
Koku ile ilgili bazı rakamla ise şöyle; beyinde 1. sinir adı verilen
olfaktor sinir yolu ile elektrik sinyalleri koku algısı olarak beyine
girer. Köpekler 200 bin civarında kokuyu ayırt edebilir. İnsanda 25-30
bin civarında gen vardır. Bu genlerden 400 tanesi koku ile ilgilidir. Bu
genler ile burun ortalama 10 bin çeşit kokuyu ayırt edebilir. Bir koku
protein molekülü, bir reseptör ile birleşmez, birçok reseptöre bilgi
aktarır. Dolayısı ile daha az reseptöre gereksinim vardır. Memeli
hayvanlarda koku ve işitme canlının hayatta kalması için en önemli
duyulardır. İnsanlarda ise bu işlevi daha çok görme duyusu
gerçekleştirir. Kokuyu daha çok estetik kavramlarda kullanmaktayız.”
“Ter Kokusu Tıpkı Masallardaki Gibi, Bir Kurbağayı Prense Dönüştürme Becerisine Sahip”
Biyokimya uzmanı Prof. Dr. Sevil Atasoy konu ile ilgili şöyle konuştu:
“Pahalı tıraş losyonları, saç jelleri, deodorantlar modern erkeğin
günlük yaşamının silahları arasında. Ancak iş, bir kadını
heyecanlandırmaya gelince, erkeğin koltuk altından salgılanan doğal
kokusunu küçümsememek gerek. Çünkü erkek teri koklayan kadınlarda
hormonal, fizyolojik ve psikolojik değişiklikler meydana geliyor,
tansiyon yükseliyor, kalp vurum sayısı artıyor, solunum hızlanıyor.
Muhtemelen serotonin sistemi etkileniyor. Kısacası, ter kokusu tıpkı
masallardaki gibi, bir kurbağayı prense dönüştürme becerisine sahip.
Terin yüzlerce doğal bileşeninden hangisinin bunlara yol açtığı henüz
bilinmiyor. Bir ceylan türünün yanı sıra pek çok bitkinin salgıladığı
miske benzer kokulu androstadienon, en güçlü adaylardan biri. İlginç
olan erkeğin kokusu, kendininkinden ne kadar farklıysa, kadının onu
cazip bulma ihtimali o denli yüksek. Bunun, genetik benzerliği olanları
birliktelikten, bir başka deyişle akraba evliliklerinden koruyan bir
faktör olması mümkün. Tabii ter kokusu deyince, terin kendi kokusundan
söz ediyorum, yoksa vücut yüzeyindeki bakterilerle karşılaştığında
oluşan tahammül edilmez derecede kötü kokan yan ürünlerden değil. Bu
nedenle, kadınları baştan çıkarmayı düşünüyorsanız, sıkça yıkanmayı
ihmal etmeyin.”
Kokunun Anatomisi
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı
öğretim üyesi Prof. Dr. Metin Önerci koku ile ilgili şu bilgileri veri:
“Burun solunum işlevinin yanı sıra koku alma organı olarak da görev
yapar. Burunda kıllar, burun kanalları, kılcal kan damarları, koku alma
hücreleri, sinirleri ve mukoza bulunur. Koku duyusu alan hücreler burun
boşluğunun üst kısmında yer alır. Bu bölgeye “olfactör bölge” denilir.Bu
bölgede üç tip hücre bulunur.
● Koku reseptörleri (hücreleri)
● Destek reseptörleri(hücreleri)
● Bazal reseptörleri (hücreleri)
Koku (Reseptör) Hücreleri
Bipolar nöron hücresidirler. Hücre gövdeleri destek hücrelerinin
arkasında yerleşir. Her bir burun boşluğunda yaklaşık olarak 25 milyon
koku hücresi yer alır. Koku hücresinden yaklaşık 10-12 adet silia çıkar.
Silyumlar yatay biçimde uzanır ve burun boşluğuna giren havadaki koku
tanecikleri tarafından uyarılarak koku alma işlemi başlamış olur. Bu
hücrelerin arasında mukoza epiteli altında Bowman bezleri bulunur. Bu
bezler mükoz salgı yaparak mukozayı nemli tutar ve koku taneciklerini
içinde eriterek koku hücrelerinin uyarılmasına katkı sağlar.
Destek Hücreleri
Destek hücreleri, koku hücrelerinin beslenme ve diğer destek işlevlerine yardımcı olur.
Bazal Hücreler
Destek hücrelerinin bazal kısımlarında yer alır. Hızlı bölünme gösterir ve bu hücrelerden destek hücreleri gelişir.
Kokunun Fizyolojisi
Kokunun algılanabilmesi için herhangi bir cisimden çıkan koku
moleküllerinin olfaktör bölgeye ulaşması gerekir. Havaya karışan koku
molekülleri solunan hava ile buruna girer ve türbülan akım ile burun üst
bölgelerine ulaşır. Koku bölgesine gelen ve burada yavaşlayan hava
ısınır ve nemlenir ve hava içindeki koku molekülleri çözünür. Bu koku
molekülleri bu bölgede yer alan koku duyusu reseptörlerine ulaşır. Koku
reseptörü uyarılır. Koku alma genellikle yeni bir kokunun dikkat çekmesi
hâlinde görülen yarı refleks bir yanıttır. Koku reseptörlerinden
başlayıp koku duyusu merkezine kadar götüren koku siniri
n.olfactoriustur. Bu sinirler, olfaktör hücrelerin geriye doğru bir
uzanıp etmoid kemiğin içinden geçerek kafatası içinde koku sinirini
yapar. Bu sinir aksonları beynin koku merkezi olan temporal loba gider.
Böylece kokunun algılanmasını sağlar. Koku alma sırasında koku
molekülleri her iki burun boşluğundaki koku sinirlerini uyarır. Bu koku
sinyalleri beyinde bulunan her iki koku merkezine de iletilir. Bu
nedenle tek taraflı koku bozukluğunu fark edilmez. Koku alma bozukluğu
sık görülen bir durum olup yaklaşık insanların yüzde 10’unda koku alma
ile ilgili sıkıntı vardır.
Koku Körlüğü
Anozmi hiç koku alamama demektir. Halk arasında “koku körlüğü” olarak da
adlandırılır, geçici veya kalıcı olabilir. Geçici koku kayıpları
sıklıkla nezle, grip, sinüzit ve alerji gibi nedenlere bağlıdır. Diğer
olası koku kaybı nedenleri arasında burun-sinüs problemlerine de neden
olabilen; büyümüş geniz etleri, burun etleri (nazal polipler), burun
eğrilikleri, konka şişmeleri ve sigara kullanımı bulunur. Burun
içerisindeki ufak anatomik bozukluklar, bulundukları yere göre önemli
ölçüde hava akımını etkileyebilirler ve alınan havanın koku bölgesine
ulaşmasını engelleyebilirler.
Koku Kaybı Tat Almayı da Bozabilir
Bazı ilaçların yan etkileri, kemoterapi, toksinler ve kimyasal maddeler
de koku alma bozukluklarına neden olabilirler. Ayrıca yüz ve burun
yapılarına olan travmalar, bazı tümörler, geçirilmiş ameliyatlar ve
virüs infeksiyonları ile epilepsi, Alzheimer ve Parkinson gibi nörolojik
hastalıklar; sistemik hastalıklar ve psikiyatrik hastalıklar yine koku
kayıplarına neden olabilirler. Bebekler nadiren koku bozukluğu ile
doğarlar. Bazı kalıtımsal hastalıklar buna neden olurlar. Koku kaybının
nedeni bazen de belirlenemeyebilir. Yaşlılık da koku kaybına neden
olabilir Bu durum koku almayı kontrol eden sinirlerin de yaşlanması ve
bozulması nedeniyle olur. Beraberinde tat duyusu da bozulabilir. Üstelik
tat kaybı da varsa iştahın azalmasına ve beslenmenin de bozulmasına yol
açar. Ayrıca tadı artırmak amacıyla fazla tuz ve şeker kullanımı
nedeniyle tansiyon veya diyabet gibi hastalıklar açısından özellikle
tehlikelidir. Ancak en sık koku alma bozukluğuna yol açan hastalık burun
etleridir. Aslında burada koku alamama hastalığın takibi açısından da
yararlı olur.
Koku Halüsinasyonu
Parozmi, bir şeyin kokusunun başka bir şeymiş gibi algılanması
durumudur. Eğer organik bir hastalık yok ve gerçekten bu kokuya neden
olacak bir durum söz konusu değil ise araştırılması gerekebilir. Beynin
koku algılayan bölümlerinde oluşabilecek bölgesel sara nöbetleri ile de
hastalar olmayan kokuları alabilirler. Bu durum bazı tümörler veya
nörolojik bozukluklara bağlı olabilmektedir. Bazı sinüzit hastaları
yanık kokusu veya kötü bir koku aldıklarını belirtirler. Ancak bu kokuyu
kendilerinden başkası algılayamaz. Bu duruma “Fantozmi” veya “koku
halüsinasyonu” denilir. Detaylı bir sorgulamayı takiben yapılacak
endoskopik muayene ile koku alma bölgesine havanın ulaşmasını
engelleyebilecek bozukluklar tespit edilebilir. Ayrıca bunun yanında,
bazı görüntüleme yöntemleri ve tetkikler de yardımcı olarak
kullanılabilir.
Çeşitli koku testleri ile koku kaybının düzeyi belirlenebilmekle
birlikte henüz her yerde bulunabilen bir yöntem değildir. Alerji,
sinüzit, burun eğrilikleri ve polipler gibi burun-sinüs problemleri
tıbbi yöntemlerle veya ameliyatla tedavi edilebilmektedirler. Ancak son
çalışmalar, çok ağır ve uzun süreli sinüziti olan hastaların koku
bozukluğunun tam olarak düzelemeyebileceğini işaret etmektedirler. Bu
nedenle sinüs hastalıklarının tedavisi geciktirilmemelidir. Bazı
sistemik veya nörolojik kökenli hastalıkların ise diğer branş
hekimleriyle birlikte izlenmesi gereklidir.
Feromon = ‘Aşk Hormonu’
Koku almada feromon adı verilen moleküller önemli rol oynuyor. Feromon
zerrecikleri burun içinde bulunan koku merkezini uyararak uyarının
cinsine göre beynin gerekli bölgelerine sinyal gönderilmesini sağlıyor.
Henüz feromon ilişkileri, feromon moleküllerinin nasıl çalıştığı
konusunda kesin bir bilgi sahibi değiliz. Ancak bazı böceklerin, arı ve
güvelerin uzaktan karşı cinsi tespit ederek sinyal göndermeleri ve
buluşmaları Feromon'lara bağlanıyor. Bu zerreciklerin aşkı bile kontrol
ettiği düşünülüyor. Yapılan araştırmalara göre aşk vücutta feromon
maddesinin salgılanmasıyla başlıyor. Aşkın kokusu olarak tanımlanan bu
madde beynin ilgili bölümlerini uyarıyor ve aşk doğuyor. Her insanın
parmak izi gibi kendine özgü bir kokusu var ve bu koku ile kendilerine
en uygun eşi seçiyorlar. Feromon’a bu nedenle ‘aşk hormonu’ da deniyor.
Bu zerrecikler sayesinde bireylerin kendilerine eş olarak genetik olarak
kendilerinden en farklı kişiyi seçtikleri ve bu şekilde nesillerin daha
iyiye gittiği düşünülüyor.
Ancak insanlar kendi doğal koku sistemlerini yok ettikleri için
kendilerine uygun insanı bulamıyorlar. İşte parfümlerle değişik
kokularla kokular yapıyorlar ama kendi kokularını öldürüyorlar. Bir
sivrisinek uzaklardan sokacağı insanı kokusundan takip edebiliyorsa, en
gelişkin yaratık olan insan aşkını kokusundan niye tanımasın? Bu yüzden
kişinin kendi kokusunu farkedebilmesi çok önemlidir. Ve farkettigi bu
kokusunu diğer kokularla örtmemesi çok önemlidir. Dolayısı ile uygun
koku doğru kişiye aşık olabilmek için de çok önemli. Yapılan bilimsel
bir deneyde, kadınların erkek partnerlerini secmede kokunun önemli bir
rol oynadığı gözlendi.
İlginç Bir Test: Kadınların Erkek Kokularına Yönelik İlgi ve Hassasiyetleri
İsvicreli bir bilim adamı, kadınların erkek kokularına yönelik ilgi ve
hassasiyetleriyle ilgili ilginç bir test uyguladı. Araştırma için gen
yapıları birbirinden farklı, gönüllü 49 kadın ve 44 erkek seçildi.
Erkeklere iki gece giymeleri için temiz tişörtler verildi. Bu tişörtler
iki gece boyunca hiç çıkarılmadı, yıkanılmadı, herhangi bir parfümün
veya kokulu sabunun kullanılmasına izin verilmedi.
İki gün sonra tişörtler ayrı ayrı sepetlere konarak kadınların bunları
koklaması, koku aracılığıyla hangisinin kendilerine güzel ve seksi
geldiğini belirtmeleri istendi. Daha sonra söz konusu erkek ve kadınlar
bir araya getirilerek yine kadınlardan kendilerine en iyi partner
olabilecek kişileri göstermeleri istendi. Kadınlar kokusunu en çok
beğendiği tişörtlerin sahiplerini seçtiler. Seçtikleri bu kişiler gen
yapıları kendilerinkinden en farklı olan kişilerdi.”
Kaynak
BEYNİ ETKİSİ ALTINA ALAN DUYU “KOKU”-2
Kokular, sadece alınan duyu olmakla mı
sınırlı? Tedavide de etkili mi? Ter kokusu hakkında ne biliyoruz?
İlişkilerde kokunun etkisi nedir? Koku alamama bir hastalık mıdır,
hakkında neler biliniyor? Alanında uzman pek çok isimden koku hakkında
merak edilenlerin yanıtını Sağlık Dergisi araştırdı.
Geçtiğimiz ay başladığımız beyin ve koku konusunda yaptığımız
araştırmanın devamını ele alıyoruz. Koku beyini nasıl etkiliyor?
Mekanizması nedir? Tedavide kullanılıyor mu? Bu konuda ne gibi
çalışmalar yapılmış?
Bir kokunun beyinde oluşturduğu hafıza ile geçmişe götürmesi,
aromaterapide kullanımı ve koku alamamanın nedenleri alanında uzman pek
çok isim tarafından ilk kez bu kadar detaylı yanıtlandı.
Koku Duyusunun Fonksiyonel MR ile Gösterilmesi
Avrupa Nöroradyoloji Dernek Başkanı Prof. Dr. Turgut Tali koku ile
ilgili şu bilgileri verdi: “Koku uyarısının etkilerini konu alan
araştırmalarda fonksiyonel MR artan bir sıklıkta kullanılmaya
başlanmıştır. Gönüllülere güzel (vanilin) ve kötü (bütirik asit)
kokuların koklatıldığı bir fonksiyonel MR çalışmasında, güzel kokular
sol orta frontal ve sol superior temporal giruslarda belirgin aktivasyon
oluştururken, kötü kokular ile sol inferior frontal girusta, sol
lingual girusta, sağ putamende, anterior singulat, sağ transvers
temporal ve sağ parasentral giruslarda aktivasyon sinyalleri
izlenmiştir. Beyine ulaşan koku bilgisi duygusal ve dürtüsel merkezlerle
de etkileşmektedir. Kokuların hafıza için önemli bir uyaran olduğu
düşünülmekte ve kokuların anıları canlandırdığı bilinmektedir.”
Suçlu Kokusundan Bulunuyor
Adli Bilimciler Derneği Başkanı Prof. Dr. Hamit Hancı şunları söyledi:
“Koku teşhis köpekleri, suçlunun kokusunu alarak, şüpheliler arasındaki
suçluyu tespit edebiliyorlar. EGM Kopek eğitim merkezinin çok güzel bir
çalışması var: Olay mahallinde kalan suçlunun kokusundan suçluyu
yakalayacak dedektör kopekleri yetiştirdiler “
“Koku Duyusu Talamusta Süzülmeksizin Doğrudan Beyne Giren Tek Duyudur”
Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Kerem Doksat: “Koku duyusu ön beyin
diyebileceğimiz talamusta süzülmeksizin doğrudan beyne giren tek
duyudur. Bu evrimsel özelliği insan hâricindeki diğer hayvanlarda
heyecanların düzenlenmesinden sorumlu koku beynini (rinensefalon)
oluştururken, insanoğlunda bu bölgeye limbik sistem denir. Limbik
sistem, en temel içgüdüsel tepkilerin beklenmeksizin karar verildiği
amigdala denen badem şeklindeki bir derin nöron havuzunda
değerlendirilerek, “savaş, dövüş, kaç, ye/yeme, cinsel ilişkiye
gir/girme” kararı verilir ve buradan çıkan bağlantılar beynin bütün
bölgelerine gider. İnsan hâricindeki diğer bütün memelilerde feromonlar
dediğimiz kokular idrar, gaita veya cinsel salgılarla yaşama alanını
işaretleme, eş bulma, çiftleşme gibi en temel davranışları düzenler.
İnsanlarda frontal lobun (alın bölgesindeki beyin kısmı) evrimleşmesi,
bu basit döngüyü kırmış ve çok daha gelişmiş karar verme mekanizmaları
devreye girmiştir.
“Yumurtlama Günlerindeki Kadınlar Her Türlü Kokuya Karşı Aşırı Duyarlı Oluyor”
Genel de parfümeri sanayinin muazzam başarıları, bilhassa bazı
kadınların ter kokusu ve cinsel salgı kokularından tahrik olabilmeleri
gibi bulgular, kokuları ve feromonları bir kenara atamayacağımızı net
olarak gösteriyor. İlginçtir, yumurtlama günlerindeki kadınlar (son âdet
kanamasının bitmesinden sonraki 13. ila 15. gün) her türlü kokuya karşı
aşırı duyarlı hale gelmektedir; benzeri bir fenomene göre adet
öncesindeki 1 haftada da rastlanabilmektedir. Erkeklerde böyle bir şey
yok. Muhtemeldir ki bu konu çok daha ileri araştırmalara öncülük
edecek.”
“Beyinde Kokunun Algılanması Ve Yorumlanması Kadın Ve Erkekte Farklıdır”
Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim Araştırma Hastanesi KBB Klinik Şefi Prof.
Dr. Fatma Tülin Kayhan şunları kaydetti: “Koku, yağda çözünebilen ve
havada yayılan küçük moleküllerin burundaki koku epitelinde çözünüp koku
sinirlerini uyararak oluşturduğu histir. Her koku hücresinin silyumları
üzerindeki mukusta çözülmüş koku molekülü tarafından uyarılır. Silyum
üzerindeki reseptörlere bağlanır, cAMP oluşur, bu da zar proteini olan
sodyum iyon kanalını etkinleştirir. Bunun oluşturduğu hücre elektriksel
potansiyel koku nöronunu uyarır. Bu ileti koku siniri yoluyla merkezi
sinir sistemine aktarılır. Kokunun beyinde yorumlanması henüz tam
anlaşılamamış, birçok sistemin entegre olması ile gerçekleşen bir
işlevdir. Hayvanlarda daha hassastır. Beyinde kokunun algılanması ve
yorumlanması kadın ve erkekte farklıdır. Limbik sistemde bu işlev
yapıldığı için bu sistemde farklı cinsiyette farklılıklar gösterir.
“Her Koku Molekülü İçin Farklı Bir Reseptör Proteini Olduğu Tahmin Ediliyor”
Koku algılanması ile ilgili çeşitli teoriler vardır. Son yıllarda
yapılan çalışmalarda G proteini adı verilen Olfaktör mukozada, koku
moleküllerini taşıyan bir protein bulundu. Her koku molekülü yani
odorant için farklı bir reseptör proteini olduğu tahmin ediliyor. Kanıt
olarak tek bir maddeye karşı koku körlüğü görülen kişilerde o reseptörün
yokluğu suçlanıyor. Ama henüz kesinleşmedi. Koku duyuları koku
sinirleri ile taşınarak limbik sistemdeki koku soğanı içindeki
milyonlarca glomerül adı verilen yapılarda sonlanır. Farklı
glomerüllerin farklı koku işaretlerini çözümlediği düşünülüyor.
“Feromon Kadınların Regl Dönemini Etkiliyor”
Salgıladığımız feromonlar ile çevremizdeki insanlara kimyevi sinyaller
gönderiyoruz.Örneğin bu şekilde pek çok kadının birlikte yaşamaya
başladığı ortamda bir süre sonra hepsinin regl dönemlerinin aynılaştığı
görülmektedir.”
Koku Beyinde Nasıl Algılanır?
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi KBB Anabilim Dalı öğretim Üyesi Doç. Dr.
Alper Ceylan,şunları söyledi: “Olfaktor traktus, mezensefalon ve
serebrumun birleşim yerinin anteriorundan beyine girer ve burada iki yol
ayrılır. Birincisi medialden seyrederek beyin sapında medial olfaktor
alanını oluşturur, diğeri ise lateral olfaktor alana gider. Medial
olfaktor alan daha eski bir beyin bölgesidir. Medial olfaktor alan
hipotalamusun önünde beynin midbazal bölümünde yer alan bir grup
nükleustan oluşur. Limbik sistemle bağlantılıdır ve daha ilkel
davranışları üstlenir. Kokuyla ilgili dudak yalama, salya üretimi gibi
reflekslerden sorumludur. Lateral olfaktor alan prepriform, priform
korteks ve ek olarak amigdaloid nükleusun kortikal kısımlarından oluşur.
Bu alanların sinyal yolaklarının büyük bir kısmı limbik sistemle, az
bir kısmı da daha ilkel bir bölge olan hipokampusla ilişkilidir. Sevilen
ve sevilmeyen yiyeceklerin öğrenilmesinde rol oynar, ayrıca bulantı ve
kusmadan da sorumlu bölgelerle ilişkilidir. Lateral olfaktor alanın
diğer önemli özelliği de temporal lob anteriorunda yer alan beynin daha
ilkel bir bölgesi olan paleokorteks ile ilişkisidir ve buradan geçen
yollar talamusa uğramaz. Koku yollarının en gelişmiş kısmı ise,
talamustan, dorsomedial talamik nükleustan geçen ve orbitofrontal
korteksin lateroposterior kadranına gelen yollardır, bunlar kokuların
karmaşık analizinden sorumludurlar. Aynı zamanda korteksten bulbusa
gelen inhibitör yollarda koku algısının düzenlenmesinden sorumludur.
Koku Almanın Biyolojisi Nedir?
Olfaktor sistemin her seviyesinde sistemin çalışmasını bir çok farklı
faktör etkiler. Hidrofilik olfaktor mukus içeri giren koku moleküllerini
emilim konsantrasyonu, çözünürlük ve kimyasal reaktivite özelliklerine
göre sunar. Koku molekülü olfaktor mukus içerisinde çözündükten sonra
odorant-bağlayıcı-proteinlere bağlanarak, koku reseptörü çevresinde
etrafındaki havaya oranla 100-10000 kat konsantrasyonunun arttığı
saptanmış. Ek olarak bu bağlayıcı proteinler transdüksiyondan sonra koku
moleküllerini reseptörlerden uzaklaştırırlar.
Koku Duyusu Neden Bozulur?
Koku duyusunun bozuklukları da iletim tipi ve sensörinöral olmak üzere
ikiye ayrılır Koku partiküllerinin olfaktuar mukozaya ulaşmasını
engelleyen patolojiler iletim tipi, olfaktuar sinir ve sonraki koku
yollarının patolojileri ve sensörinöral tip koku bozukluğu oluşturur. Bu
koku bozuklukları çeşitli nedenlere bağlı olabilir En sık görülen
sebepler şu şekildedir:
Obstrüktif Burun ve Sinüs Hastalıkları: Hava akımının
regio olfactoria'ya ulaşmasını engelleyen obstrüktif patolojiler koku
duyusunun azalmasına veya kaybolmasına neden olabilir. Bu patolojiler
arasında septum deviasyonu, nasal polip, ileri derecede ödemli mukoza,
tümörler sayılabilir. Bu hastalarda olfaktuar epitelyum sağlam olduğu
için, obstrüktif patolojiler düzeldiğinde koku duyusu geri döner. Burnun
üst kısımlarını tutan polip ve ödem durumlarında burun muayenesi normal
olmasına rağmen, koku duyusu bozulmuş olabilir. Ancak travmaya bağlı
kemik ve kıkırdak anomalilerinin koku duyusunu tamamen bozması, çok
nadirdir. Obstrüktif hastalıkların teşhisi genellikle anamnez ve fızik
muayene ile konur. Ancak bazen CT gerekebilir. Bu hastalıkların tedavisi
spesifik olarak yapılır.
Üst Solunum Yolu Enfeksiyonları: Üst solunum yolu
enfeksiyonları sırasında burun tıkanıklığı ve koku bozukluğu mevcuttur.
Ancak nasal hava yolu açıldıktan sonra 1-3 gün içinde koku duyusu
düzelir. Bazen nasal hava yolu açılsa da hastaların küçük bir yüzdesinde
koku bozukluğu devam eder. Bunun kesin nedeni belli değildir. Ancak
olfaktuar mukoza seviyesinde nöron hasarına bağlı olduğu
düşünülmektedir.
ÜSYE sonrası koku bozuklukları devam eden hastalar genellikle 4 -6.
dekattadırlar ve yüzde 70-80 oranında kadındırlar. Bu, kadınların daha
çok ÜSYE geçirmelerine bağlanabilir: Hastaların endoskopik ve CT
bulgulan genellikle normaldir. Koku testlerinde, hiposmi veya anosmi
saptanır. Hastaların olfaktuar epitellerinin histolojik incelemesinde
olfaktuar hücrelerin azaldığı veya kaybolduğu görülür.
Kafa Travması: Kafa travması geçiren hastaların yüzde
5-10'unda koku duyusu kaybı görülebilir. Bu kaybın derecesi genellikle
travmanın şiddetiyle doğru orantılıdır. Ancak minör travmalar bile total
anosmiye neden olabilir: Travma sonrası koku kaybının nedeni tam olarak
anlaşılamamıştır ancak en çok olfaktor sinir liflerinin lamina
cribrosa'da gerilmesi veya kopmasına bağlı olduğu düşünülür. Frontal
travmalar koku kaybının en sık sebebidir. Bununla beraber oksipital
travmalar daha çok total anosmi yapar: Koku bozukluğunun ortaya çıkışı
genellikle travmadan sonra hemen ya da saatler içinde görülür. Olfaktuar
hücreler yenilenebildiği için bazen düzelme görülür. Ancak bu çok
nadirdir. Çünkü aksonlar bulbus olfactorius'a ulaşamazlar.
Yaşlanma: Yaşlı kişiler, koku bozukluğuna neden olan
diğer sebeplere daha çok yakalanabildiği gibi sadece yaşlanma süreci ile
ilgili olarak da koku bozukluğu görülebilir. Altıncı dekattan sonra
koku alma yeteneği, erkeklerde daha hızlı olmak üzere azalır. Alzheimer
Hastalığı ve Parkinson Hastalığı, yaşlılarda demansla ilgili olarak koku
bozukluğu gösteren iki hastalıktır.
Toksinlere Maruz Kalma: Bazı kimyasal maddelerin
olfaktuar mukozaya zarar verdiği bilinmektedir. Bunların bir kısmı
geçici koku bozukluğuna yol açarken bir kısmı da kalıcı hasar yapar.
Hasarın derecesi, toksinin konsantrasyonuna, toksisitesine ve maruz
kalma süresine bağlıdır. Benzen, formaldehit, hidrazin, boya maddeleri
bu tür hasara yol açabilir.
Konjenital Koku Bozuklukları: Konjenital koku bozukluğu
olan kişiler 8 yaş civarında çevresindekilerin bir şeyler hissettiğini
fark ederler ve bu şekilde koku bozukluğunun farkında olurlar. Seyrek
görülen konjenital bozukluklar, olfaktuar epitel veya bulbus
olfactoriusun dejenerasyon ya da atrofisine bağlı olabilir. Konjenital
anomalilerin en iyi bilinen tipi Kallman Sendromudur Bu sendromda koku
bozukluğu dışında renal anomaliler, kriptoşidizm, sağırlık, fasial
anomaliler ve diabet bulunur.
Tümörler: Hem intranasal hem de intrakranyal tümörler
koku bozukluğuna yol açabilir. İntranasal tümörler genellikle obstrüktif
etki yaparlar. İntrakrariyal tümörlerden meningiom, hipofiz tümörleri,
gliom olfaktuar yapılara zarar verebilirler. Tümöral lezyonlarda koku
bozukluğu genellikle tek taraflıdır. Frontal lob tümörlerinde görülen ve
ipsilateral optik atrofi, ipsilateral anosmi, kontralateral papil stazı
ile karakterize sendroma Foster-Kennedy Sendromu denir.
Diğer Sebepler: Koku bozukluklarına yol açan diğer
sebepler arasında depresyon, şizofreni, alkolizm gibi psikiyatrik
hastalıklar, metronidazol, amfoterisin B, captopril, etakrinik asit,
kodein gibi ilaçlar; rinoplasti, ön kafa tabanı cerrahisi, total
larenjektomi gibi cerrahi müdahaleler sayılabilir. Total
larenjektomideki koku bozukluğunün nedeni havanın burundan geçmemesidir
İdiopatik Koku Bozuklukları: Tüm araştırmalara rağmen
hastaların önemli bir kısmında koku bozukluğunu nedeni bilinemez.
Bunların genelde genç veya orta yaşlı erişkinler olduğu ileri
sürülmüştür
Nasıl Teşhis Edilir?
Koku bozukluğu şikayeti ile başvuran bir hastanın değerlendirilmesinde
en önemli yöntem anamnez ve fizik muayenedir. Anamnezde koku
bozukluklarının ortaya çıkış zamanı, şiddeti, hangi kokulara karşı
oluştuğu, travma, ÜSYE, ilaç kullanımı gibi etyolojik nedenler
araştırılmalıdır Fizik muayenede obstrüktif nedenler araştınlır,nazal
endoskopi mutlaka yaılmalıdır ve her iki taraf için koku testleri
uygulanır. CT ve MRI; nasal kavite; paranasal sinüs ve koku yollarının
incelenmesi için kullanılabilir. CT, paranazal sinüslerin, nazal
anatomik bozuklukların teşhisinde ve koronal planda çekildiğinde ön kafa
tabanı ve kribriform plateler hakkında detaylı bilgiler sunar. MRI,
intrakranial kitlelerin ve nörodejeneratif süreçlerin teşhisinde
kullanılabilir. Olfaktuar mukoza biopsisi nadiren uygulanır.
Koku Duyusunun Değerlendirilmesi
Koku duyusunun değerlendirilmesine yönelik yapılan testlerin çoğu subjektiftir: Bu testlerden bazıları şunlardır:
Dilüsyon testleri: Kokulu madde hava veya sıvı içeren
bir tüp içine konarak hastaya koklatılır. Hasta kokuyu duymuyorsa kokulu
madde oranı arttırılır Hastanın hangi miktardan itibaren kokuyu aldığı
not edilir. Karşılaştırma amacıyla normal kişilerin koku alma eşikleri
belirlenebilir. Her iki taraf ayrı ayn değerlendirilmelidir.
Olfaktuar Spektrogram: Genel olarak bilinen kokular
sıvı içinde çözünmüş halde kaplara yerleştirilir. Enjektör ve burun
ucuna yerleştirilen tüp aracılığı ile bu kokulu maddeyi içeren hava
burun içine verilir. Hastanın kap içinde ne miktarda kokulu madde
varken, hangi kokuyu alabildiği not edilir. Hem eşik belirleme hem
kokuyu ayırt etme testidir.
Butanol Etil Testi: Bir şişeye su, bir şişeye de su
içinde butanol konur. Hastadan hangisinin kokulu olduğunu ayırt etmesi
istenir. Ayırt edemedikçe butanol miktarı artırılır. Kokulu şişeyi ayırt
ettiği zaman, artırım yapılmadan tekrar sorulur. Yine bilirse eşik
değer olarak belirlenir. Eşik değerler normal kişilerle karşılaştırılır.
Bu koku testlerini uygularken buruna verilen havanın sabit basınç,
sabit hız ve sabit ısıda olmasını sağlayan aletlerle daha güvenilir
sonuçlar elde edilir.
Objektif Testler
Koku duyusunun değerlendirilmesinde bazı objektif testlerde
geliştirilmiştir. Ancak bunların klinik uygulanabilirliği düşüktür. Bu
testlerden elektroolfaktogram'da regio olfactoria üzerine bir elektrot
yerleştirilir. Eğer reseptör hücreleri uyarılırsa negatif bir dalga
oluşur. Elektroolfaktogram, olfaktuar mukoza hastalıklarını santral
hastalıklardan ayırmaya yarayan tek yöntemdir. Bir diğer objektif
testte, koku uyarılır beyin sapı potansiyelleridir Bu testte perkutanöz
olarak yerleştirilen elektrotlar yardımı ile kokulu maddelere karşı
beyin sapı potansiyelleri ölçülür Yapılan çalışmalarda kokulu uyarana
karşı 150 ve 350 ms'de ortaya çıkan iki potansiyel elde edilmiştir.
Ayrıca kokulu uyarana karşı elektroensefalografi sonuçlarındaki
değişiklikler belirlenebilir. Koku testleri hastanın yaşından etkilenir.
Çocuklarda ve yaşlılarda test sonuçları daha subjektif olur. Kokulu
maddelere karşı adaptasyon da, bu testler sırasında sorun yaratabilir.
Genellikle 1-5 dakika arasında kokuya karşı önemli bir adaptasyon
gelişir. Kadınlarda ovulasyon döneminde daha iyi koku alınırken,
menstrüasyon sırasında koku duyusu azalır.
Nasıl Tedavi Edilir?
Koku bozukluklarının tedavisi sebebe yönelik olarak yapılır. Obstrüktif
nedenlerle oluşan koku bozuklukları, bu obstrüksiyonun düzelmesiyle
ortadan kalkar. Antibiyotikler, nazal steroidler, alerji tedavileri bu
obstrüksiyonun düzelmesinde kullanılır. ÜSYE sonucu 1-3 günde düzelmeyip
devam eden koku bozukluklarının bir kısmı 3-6 ay içinde düzelir. Ancak
spontan düzelmeyenler için spesifik bir tedavi yöntemi yoktur. Kafa
travmalarına bağlı vakaların yaklaşık yüzde 20'si 3 ay-1 yıl içinde
düzelebilir ancak düzelmeyi sağlayacak bir tedavi yöntemi
geliştirilememiştir. Toksin ve ilaçlara bağlı koku bozukluklarının
tedavisi bu ajanların kesilmesidir. Yaşlanma ve konjenital anomalilerle
ilgili koku bozuklukları da tedavi edilemez. Koku bozukluklarının
tedavisinde bazı vitaminler, çinko, aminofilin gibi ilaçlar denenmiş,
bunların bazı çalışmalarda faydalı olduğu belirtilmiştir.
Kadın ve erkeklerin koku algısı farklı mıdır?
İnsanlar üzerinde birçok kimyasalla yapılan testlerin sonuçlarına göre
kadınlar erkeklere oranla eşik ve tanımlama açısından daha iyi olfaktor
yeteneğe sahiptir. Ek olarak, menstrüel siklus olfaktor eşik değerini
etkilemektedir. Ovulasyon sırasında en iyi dereceye ulaşılırken,
menstrüasyonda en kötü seviyeye inmektedir. Bunun nedeni sadece basit
hormonal varyasyonlarla açıklanamaz, çünkü oral kontraseptif kullanan
kadınlarda da hormon seviyeleri değişmemesine rağmen olfaktor bir siklus
olduğu gösterilmiş.
“Olfaktor Bilgiler Sağ Hemisferde Ağırlıklı Olarak İşleniyor”
Yıllar içerisinde koku haritası için elde edilen kanıtlar çoğalmıştır.
Daha önce anlatılan elektrofizyolojik kanıtların yanında son dekattaki
genetik çalışmalar koku haritası konusundaki tartışmaları
alevlendirmiştir. Farelerin olfaktor epitelleri kabaca dört bölgeye
ayrılır. Her bölge farklı olfaktor reseptör alt gruplarının
içermektedir. Özdeş olan olfaktor reseptör alt grubundan çıkan aksonlar
her iki olfaktor bulbusta yer alan glomerüllerden sadece birkaçının
mitral hücreleriyle sinaps yapar. Bundan dolayı belli bir koku daha önce
belirlenmiş malum olfaktor reseptör tiplerini aktive edebilir. Belli
bazı kokuları alamama(spesifik anosmi) spesifik genlerin yokluğu ile
birliktedir. Bu da kokular için reseptör spesifitesinin olduğunun klinik
kanıtıdır. Santral sinir sisteminin olfaktor kodlama ve çözümlemeye
yaptığı katkı açık değildir. Olfaktor kodlama olfaktor bulbusu terk eder
etmez sonlanıyor olabilir ya da kodlamanın tamamlanması için santral
nöronal işlemlemeye tabi tutulması gerekiyor olabilir. Santral sinir
sisteminin olfaktor bilgiyi nerede işleme tabi tuttuğu ve sakladığı
halen açıklığa kavuşmamıştır. Yön üstünlüğü üzerine yapılan çalışmalarda
sağ frontotemporal ve parietal lezyonu olanların kokuların yönünü
saptamakta zorluk çektikleri görülmüş. Olfaktor bilgilerin sağ
hemisferde ağırlıklı olarak işlendiği bulunmuş.”
Akıl Hastalarının Tedavisinde Gül
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Deontoloji ve Tıp Tarihi
Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Ayten Altıntaş şu bilgileri verdi:
“Kokunun insan üzerine çok önemli etkileri bulunuyor. Stres verici
meslek dallarında çalışanlar ve uyku problemi olanlar lavanta kokusu,
çörek otu ve üzerlik tohumu kokusu kullanabilir. Aynı kokular, sürekli
ağlayan bebeklerin rahatlamasına yardımcı olur.
Koku Türk tıp tarihinde psikolojik tedavide uygulanıyor. Osmanlı tıp
tarihinin yüzde 60’ının sağlıklı hayat hakkında. O dönemde insanların
öncelikle hastalıktan korunmayı hedeflediklerini, hasta olmaları halinde
şifa aramayı ilke edinmişler. Bitkilerin ve bitki esanslarının birçok
hastalığı önleyici ve şifa verici etkisi olduğu anlaşıldı. Türk tıp
tarihinde İbn-i Sina ve Biruni gibi ünlü tıp alimleri, birçok bitki ve
kokusu gibi, gülün de birçok hastalığı önleyici ve giderici olduğunu
söylemiş ve hastalar üzerinde uygulamışlardır. Bu alimler, gülü akıl
hastalarının tedavisinde kullanmış ve hafızayı açtığını, belleği
güçlendirdiğini görmüşlerdir. Nitekim, bir Alman araştırma grubu,
denekleri gül kokulu bir odada uyuttuktan sonra zeka ve algılama
seviyelerinin arttığını görmüş, daha sonra bir Türk araştırma grubu da
gülle beslenen farelerin hafızalarının güçlendiğini ispatlamıştır.
Stresli Meslek Dallarında Çalışanlar ve Uyku Problemi Olanlara Lavanta
Osmanlı hekimlerinin, Mevlana’nın “Koku, gönül gözünü açar” tavsiyesiyle
insanların tabiatlarını çok iyi tanıyarak, buna göre kokular
belirlediler. Stres verici meslek dallarında çalışanlar ve uyku problemi
olanlar lavanta kokusu, çörek otu ve üzerlik tohumu kokusu
kullanabilir. Aynı kokular, sürekli ağlayan bebeklerin rahatlamasına
yardımcı olur. Bebeklerin çok sıcak ve nemli vücutları olduğu için serin
ve ferahlatıcı kokulardan doğal menekşe kokusu, ergenlik dönemindeki
gençlerin hormonları yoğun ve yüksek olduğundan, hırçınlaşmalarını
engellemek için serinletici kokulardan gül, menekşe, limon, bergamut
esanslı kokular tavsiye edilirken, yaşlıların vücutları kuru ve soğuk
olduğundan ısıtıcı kokulardan biberiye ve tarçın kokuları kullanılması
önerilir.
Geçmişte örnekleri görülmesine rağmen günümüzde kokuların tıpta aroma
terapi haricinde kullanılmıyor. Kokunun tedavideki önemi, ilerleyen
yıllarda artacak.
Kraliçeler Çekicilikleri İçin Gül ve Zambak Tercih Etmiş
Tarihte koku, insanları etkileme konusunda o kadar önemlidir ki 12.
yüzyılda Mısır Kraliçesi olan Cleopatra, güzel bir kadın olmamasına
rağmen Mısır rahiplerine hazırlattığı kokularla döneminde nam salmış,
gülün de içinde bulunduğu esanslarla büyük bir etki meydana getirmiştir.
Babil ve Çin’de de kraliçeler çekici bulunmak için gül ve zambak
kullanmışlardır.
Gülün Uzun Soluklu Tarihi
Osmanlılar için Gülsuyu çok şey ifade ediyordu. Gülsuyu olmadan bir
hayat düşünülemezdi. Ferahlatıcı, rahatlatıcı, güzellik verici, tedavi
edici. Gülsuyu her şeydi. Tatlılara katılan ve misafirlere her şeyden
önce ikram edilen oydu. Kokusu dolayısıyla parfümleri de oydu. Eau de
Cologne gibi kullanılanlar da. Gülden pek çok şekilde faydalanılabilir.
Gülün Tedavideki Yeri
Osmanlı hekimlerinin tıp kitaplarında yer alan tedavilerde özellikle Gül
macunu, gülbeşeker, gül şurubu , gül şerbetinin mide ve karaciğer
rahatsızlıklarında tavsiye edildiğini görüyoruz. Gül ve şekerle değişik
formüllerde hazırlanan bu ilaçların mideyi güçlendirdiği, hazımsızlıkta
çare olduğu bilgileri bütün hekimler tarafından kabul edilmiştir. Gülün
zeytinyağı, susam yağı içinde bekletilmesi ile hazırlanan “Gül İksiri”
ise bütün deri hastalıklarında özellikle kaşıntı, kabarcık, sivilcelerde
ayrıca ağrı ve sızılarda tavsiye ediliyordu.
Gül Beyni ve Aklı Güçlendirir
Gül yağı ve gülsuyu özellikle parfümeri dünyasında çok önemli bir yeri
vardır. Eski tıp kitaplarında gül kokusunun “Gözlere şifa ve ruhlara
gıda” olduğu tekrar edilir ve hekimler tarafından tavsiye edilirdi.
Gülsuyunu yani gülün kokusunun içinde saklandığı damıtılmış suyu
koklamak; Ruhsal ve duygusal yapıları kuvvetlendirir, beyni ve aklı
güçlendirir, beden ve yaşam kuvvetini arttırır, heyecandan oluşan kalp
atışlarını düzenler, baş ağrısını geçirir, iğrenme, öğürmeyi ve kusmayı
dindirir, göz kanlanmalarını ve ağrılarını geçirirdi. Bu sebeple Osmanlı
Devletinde çok talep edilen ve kullanılan bir ilaçtı.
Bilimsel Araştırmalarda
Tarihte yoğun olarak kullanılan gülün etkisi son senelerde de
incelenmeye alınmıştır. Bunlardan biri Kanada’da yayınlanan bir
araştırma dergisindeki çalışma ( Biochem. Cell Biol. 83: 78-85, 2005).
Burada gül çiçeği çözeltisi ile fareler üzerinde yapılan araştırmada
antioksidan aktivitesini arttırdığı, lipid peroksidasyonunu düzenlediği
ve farelerin yaşama süresinin uzadığını gösteren bir araştırma
yayınlanmıştır. İkinci araştırma ise 2007 yılının ilk aylarında Science
dergisinde yayınlanan Lübeck Üniversitesi araştırmacısı Björn Rasch’ın
çalışmasıdır. İnsanlar üzerinde gül kokusunun belleğe etkisi konusunda
Rasch ve ekibinin yaptığı çalışmada; gül kokusu yardımıyla beyindeki
süreçler daha yakından incelenmiş ve hatırlamada etkisi gösterilmiş,
manyetik rezonans görüntülerinde de gül kokulu odada uyuyan deneklerin
hipokampüs bölgesinde daha yüksek etkinlik saptamıştır. İ.Ü. Cerrahpaşa
Tıp Fakültesi’nde gül ekstreleriyle yapılan bir araştırmada kan
hücrelerinde ve deri hücrelerindeki antioksidan ve anti-ageing etkisi
gösterilmiştir.”
Koku Duyusu Hafıza Üzerinde Etkili mi?
Doğu Akdeniz Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi Kurucu Dekanı Prof.Dr.
İlkay Erdoğan Orhan şunları belirtti: “Koku duyusu (olfaction) havadaki
koku moleküllerinin buruna taşınması ile oluşmaktadır. Aslında burun
mukozasının koku duyusuna hassas olan kısmı, üstteki 1/3’lik bölümüdür.
Bu bölgede koku alma görevi olan milyonlarca hücre mevcuttur. Solunum
yolu ile alınan koku molekülleri bu bölgeye ulaştığında, koku
hücrelerinin uyarılması ile bu hücrelerin oluşturduğu sinir lifleri
aracılığıyla burnun üst kısmından kafatası içine girerek beynin ön
kısmındaki primer koku merkezleri olan area prepriformis ve area
periamygdaloideus’a ulaşır. Bu merkezler sekonder koku merkezi olan area
entorrhinalis’e bağlıdır. Primer koku merkezleri beynin birçok
merkezine sinir lifleri göndererek, koku duyusuna verilecek otonomik ve
emosyonel yanıtları sağlar. Koku yolu iki nörondan oluşur. Talamus’a
uğramadan doğrudan koku merkezine bağlanır ve böylece beyin tarafından
koku algılanmış olur. Koku alma mekanizmasında görev alan diğer bir
organ ise beynin ön bölümünde, koku bölgesinin ve kafatasını oluşturan
kemiğin hemen üzerinde yer alan koku soğancığıdır. Burundaki iki koku
bölgesine karşılık, beyinde de iki koku soğancığı bulunur ve her bir
soğancığın büyüklüğü de bir bezelye tanesi kadardır. Koku alıcılarından
gelen tüm impulslar önce bu merkezde toplanır, tekrar düzenlenir ve daha
sonra, yorumlanması için özel koku sinirleri kanalıyla beyindeki
bahsigeçen ilgili noktalara gönderilir.
“Kadınlarda Koku Duyusunun, Erkeklere Nazaran Daha Kuvvetli”
Beyindeki koku merkezi, beyindeki hafıza merkezinin yakınındadır ve
dolayısıyla, koku algısı hafıza üzerinde önemlidir. Araştırmalara göre;
koku duyusunu etkileyen ana faktörler olarak yaş ve cinsiyet ön plana
çıkmaktadır. Yapılan çalışmalarda; 60 yaş üzerinde koku duyusunun
azalmaya başladığı ve kadınlarda koku duyusunun, erkeklere nazaran daha
kuvvetli olduğu bildirilmiştir.
“Tek Bir Koku Zihnimizde Birçok Görüntü Canlandırabilir”
Her insanın belleğinde kalıcı bir yer edinen ve unutulmayan birçok hoş
koku bulunmaktadır. Hatta bu kokulardan bazılarını bir anlığına düşünmek
bile, insanların o kokuyla bağlantılı anılarını tazelemeye yardımcı
olur. Koku algısı, insanda hoş duygular uyandırmasının yanı sıra, bazen
uyarıcı olarak da görev yapar. Örneğin; yangın habercisi olan duman
kokusunun algılanması gibi. Koku algılamada bir diğer nokta ise “koku
hafızası” denilen bir kavramdır. Algılanan her türlü koku, özel bir
kodlamayla beynimizdeki koku belleğinde arşivlenmektedir. İyi bilinen
bir gerçek ise kokuya ait bilgilerin görsel ve işitsel hafızaya göre
daha kalıcı olmasıdır. Bu nedenle, tek bir kokunun algılanmasının
sonucunda da, zihnimizde birçok görüntünün canlanabilmektedir.
“Lavanta ve Bergamot Beyinde Endorfin Salgısını 8-12 Kat Artırıyor”
Beyindeki koku merkezi, psikolojik durumumuzu belirleyen merkezle
bağlantılı çalıştığı için, kokular ruhsal durumumuzu ve bütünsel
şifamızı da oldukça yoğun bir şekilde etkilemektedir. Koku ve dokunma
gibi iki güçlü duyu üzerine etkili bir yöntem olan aromaterapide
kullanılan bitkisel yağların bileşiminde bulunan uçucu bileşenlerin
burundaki koku sinirlerini uyarmasıyla beyne giden uyarılar, koku
merkezi ile çok yakın ilişki içinde bulunan duygu merkezini (limbik
sistem) harekete geçirir ve spesifik etkiler ortaya çıkar. Yapılan
çalışmalarda, farklı aromaterapik kokuların beynin elektriksel
aktivitesini farklı şekilde etkilediği EEG sonuçları ile gösterilmiştir.
Örneğin; lavanta ve bergamot uçucu yağlarının beyinde “mutluluk
hormonu” olarak bilinen endorfin salgısını 8-12 kat artırıp, uygulamadan
birkaç dakika sonra ruhsal ve fiziksel bir gevşeme sağladığı
bildirilmiştir.
“Koku 24 Saat Boyunca Çalışır Ve Hiçbir Zaman “Kapatılamayan” Tek Duyudur”
Koku alma duyusu en önemli duyularımızdan biridir ve beynimizin duygu,
hafıza ve yaratıcılığı etkileyen kısmında yer alır. Koku alma duyusu 24
saat boyunca çalışır ve hiçbir zaman “kapatılamayan” tek duyudur.
İnsanda koku duyusu, günlük duyguların yüzde 75’ini etkiler ve hafızada
önemli bir rol oynar. Tüm kokuların algılanması nesneldir ve insanın
kültürel yapısına veya duygusal haline bağlıdır.
“Kokularla Beyin Hastalıklarının Teşhisi Konabiliyor”
Avustralya'da bir üniversitede Alzheimer, Huntington ve Parkinson
hastalıkları ile şizofreni ve obsesif-kompulsif bozukluk gibi beyin
hastalıklarının teşhisi kokular kullanılarak gerçekleştirilmektedir.
Japonya'da, kokuların ve uçucu yağların Alzheimer hastalığının tedavisi
üzerindeki etkileri üzerine yoğun araştırılmalar yapılmaktadır.
Ülkemizde “tıbbi adaçayı” olarak bilinen ve keskin aromatik bir kokuya
sahip olan Salvia officinalis bitkisinin uçucu yağının bileşiminde
bulunan iki basit monoterpen olan alfa-pinen ve ökaliptol’ün
(1,8-sineol) etkileşmesiyle, güçlü antikolinesteraz etki ortaya çıktığı
gösterilmiştir. Ülkemizde yetişen ve “adaçayı” olarak adlandırılan 96
Salvia türünün 90 tanesi ise grubumuz tarafından kolinesteraz inhibitör
etkileri açısından taranmış ve bulgular yayınlanmıştır.”
“Limbik Sistem, İnsan Vücudunun En Eski Parçalarından Biri”
Biyolog ve Kozmetolog Pervin Bulgak şu bilgileri verdi: “Kokular herkesi
etkiliyor. Farkında olmasak bile, verdiğimiz bütün kararlar, kokular
tarafından belirleniyor. Fırından yeni çıkmış kurabiye kokan bir ev bizi
mutlu eder ama dişçi muayenehanesi gibi kokan bir evde rahat etme
olasılığımız yoktur. Kokular, deneyimlerimizle bağlantılı olduğu için
düşünmeden hareket etmemize de neden oluyorlar. Özel koku moleküllerini
kendi kemoreseptörleri bağlamak. Süreç daha sonra bellek hoş, hoş
olmayan eski, yeni veya son olarak kokuları tanıması ve sıralamak için
kullanılan beynin limbik sistemine taşır. Limbik sistem, insan vücudunun
en eski parçalarından biridir ve başlangıçta 'rhinencephalon' ya da
'koku beyni' olarak sevk edildi. Bu aromalar etkili yapımında hayati bir
rol oynar kokusu beyindir..
Havada Aşk Kokusu Var
Aşk hayatımıza kimin gireceğine biz değil burnumuz karar veriyor. Sadece
parfümler değil; ter, protein maddeleri ve feromonlardan oluşan
vücudumuzunda çekiciliği üzerindedir. Kadınların 2/3'ü eşlerinin
tişörtlerine sarılmayı seviyor. Ayrıca kadın kokusu erkeklerde cinsel
isteği isteği artırabiliyor. Yumurtlama döneminde kadın kokusu değişiyor
ve daha çekici geliyor. Ama unutulmaması gereken bir nokta var; kadının
ten kokusu doğum, doğum kontrol hapı kullanıldığında değişiyor!
*Greyfurt içeren bir parfüm sürmüşse karşımızdaki altı yaş daha genç olduğunu düşünüyor beyin!
*Yaz geceleri bahçelerden yayılan çim kokusu kalp atışlarımızı hızlandırıp heyecanlanmamıza sebep oluyor.
*Biberiye gibi aromalar canlandırıyor, yasemin sakinleştiriyor...
*Limon, aroması canlandırır, konsantrasyon ve performans gücünü arttırır.
*Yasemin, sakinleştirir; korku ve uyku bozukluklarını giderir.
*Fesleğen, keyfi yerine getirir ve rahatlatır.
*Biberiye, acı hissini azaltır, Yorgunluğa karşı da etkilidir.
*Gül, tatlı gül kokusu, duyulan harekete geçirir,
Konsantrasyon için
Limon, fesleğen, limon otu, okaliptüs, kişniş, laden.
Mutluluk için
Portakal, gül, yasemin, kişniş, zencefil, ıtır.
Kabullenmek için
Servi, ölmez otu, melisa.
Kızgınlığa karşı
Paçuli, lavanta, bergamot.
Unutkanlığa karşı
Zencefil, biberiye, fesleğen, limon, greyfurt, kişniş.
Uykusuzluğa karşı
Lavanta, mandalina, kedi otu, sandalağacı, limon, ıhlamur.
Fobilere karşı
Lavanta, ylang ylang, sandal ağacı.
Zihin Dalgınlığına karşı
Zencefil, karabiber, biberiye
Yaratıcılık için
Bergamot, gül, yasemin, defne, karanfil, mimoza, sandal ağacı, servi, ardıç.
“Aromaterapi Tıbbi Bir Tedavi Değildir”
Bitkisel yağlar ilaç gibi spesifik bir organ veya sistemi etkilemez,
bitkisel yağlar sorunlu bölgelere ulaşarak bir bütün olarak etki
yaparlar. Yağ özleri bitkilerin hormonu sayılır ve bizim vücudumuzdaki
hormonlara eş değerde bir görev üstlenir. Uçucu yağ özleri, elde
edildikleri bitkilerin yapısına göre insan vücudunda iyileştirici etki
yaratır. Aromaterapi tıbbi bir tedavi değildir ve hastalıkların tedavisi
için kullanılmaz. Aromaterapi destekleyici etki yapar ve vücudun
dengesine kavuşması için çalışır.”
Koku Deyip Geçmeyin Hele de Gebelikte
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Gökçen Erdoğan şu bilgileri
verdi: “Bebekler doğduğunda hafızalarında gebelik döneminde
depoladıkları bilgilerle karşımıza çıkıyor. Bu bilgiler hipnoz edilip,
anne karnındaki bebek haline götürdüğümüz kişilerden ediniliyor. Anne
karnındaki bebeklerde ilk olarak tat alma duyusu gelişir. Gebeliğin 28.
haftasında bebeğin tam anlamıyla tat duyusu oluşur. Tat ve koku duyusu
birbirlerinden ayrılamaz iki duyumuzdur, hatta birlikte gelişirler. Ve
bir bebeğin koku hafızası o kadar gelişmiştir ki, kendi annesine ait
kokuyu binlercesi arasından ayırıp tanıyabilir. Hatta yapılan bir
çalışmada, bir meme ucuna bebeğin kendi gebelik sıvısından bir miktar
sürülmüş, bebeğin o memeyi daha güçlü emdiği gözlenmiş ki bu da bebeğin
henüz doğmadan bir koku ve tat hafızasının nasıl geliştirdiğinin
göstergesidir.
Gebelikte 12 hafta kadar koku hassasiyeti yaşanır
İlk altı hafta önceki hayat nasılsa o şekilde devam edilirken, altıncı
haftadan sonra her şey yavaş yavaş değişir. Gece rahat bir uyku geçirmiş
olmanıza rağmen sabah kalktığınızda midenizde anlam veremediğiniz bir
tuhaflık buna eşlik eden de bir tiksinme hissi olur. Mideniz bulanır ve
önceden en sevdiğiniz yemeklerin kokuları artık size tiksinti vermeye
başlar. Yeni aldığınız ve belki de birçok para verdiğiniz parfümünüzün
aslında hiç de güzel olmadığını, balkondaki turşunun kapağının neden
açık olduğu, buzdolabının içindeki kokunun neye bağlı olduğunu, içtiği
suyun kokusunun değiştiğini hatta eşinin kokusunun değiştiğini söyler
durursunuz. Gebelikte koku merkezi etkilenir, hassaslaşır, buna bağlı
olarak da özellikle 12 hafta kadar koku hassasiyeti yaşanır. Bazı
gebelerde bu hassasiyet rahatsız etmezken bazılarını da inanılmaz
etkiler. Gebeyken gül suyu, kolonya, parfüm, deodorant kullanmanın
sakıncası yoktur, yalnız kokulara karşı hassasiyet geliştiğinden bazı
kokular tiksintinin yanında huzursuzluk, baş dönmesi, baş ağrısı, mide
bulantısına sebep olabilir. Bu nedenle sadece yemek kokularından değil
dış mekan kokularından da uzak durmak gerekebilir.
“Zencefil ve kakule gibi bazı bitki kokuları hem rahatsız etmez hem de bulantıları azaltır”
Genel manada, her gebeye iyi gelmemekle beraber rahatlatıcı kokular
vardır. Bunların en önemli özelliği çok baskın koku olmamaları, hafif ve
alkol miktarının az olması, özellikle de çiçek kokuları tercih
edilebilir. Zencefil ve kakule gibi bazı bitki kokuları hem rahatsız
etmez hem de bulantıları azaltmaya yardımcı olabilir. Yine turunç
bitkilerinin esansları, portakal, nar ve mandalina çiçekleri tercih
edilebilen bir koku olabilir. Papatya çayı da gebelere
önerdiklerimizdendir. Çiçek olarak özellikle zambak ve gül kokusu tercih
edilebilir ama lavanta biraz ağır olduğu için tiksinti duygusu
yaratabileceğinden çok da fazla önerilmez.
“Bebeğin burnu, gebeliğin 11. - 15. haftaları arasında oluşur”
Bebeğin burnu, gebeliğin 11. - 15. haftaları arasında oluşur. Gebelik
sıvısı, bebek anne karnındayken bebeğin ağız ve burunda sürekli dolaşır.
Bu da bebeğin dış maddelerle tanışma yeridir ve bebeğe değişik tat ve
kokuya sahip maddeleri taşır. Burada bebekler daha anne karnındayken
değişik kokuları tanırlar. Kokuları spesifize edemeyebilirler ama
kendilerine yakın, sevdikleri kokuyu hissettiklerinde daha fazla
harekete geçerler. Önemli bir özelliği doğumdan sonra, bu kokuya aşina
ise ve bu kokuyu seviyorsa ileride de bu kokuyu sevecektir. Eğer gebelik
döneminde bir kokuyu hiç hissetmediyse doğum sonrası buna alışma dönemi
yaşar.”
“Terin Kokusu Yoktur”
Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji emekli öğretim üyesi Prof.
Dr. Ali Demirsoy şu bilgileri verdi: “Hücrelerimizin hepsinde aynı
DNA’nın bulunduğunu hatırlayın; tek fark, DNA’nın hangi parçasının etkin
olduğudur. Koku alma duyusunda rol oynayan genler hücrelerimizin
hepsinde vardır, ama sadece burun bölgesindekiler etkindir. Belirli bir
süre sonra aynı kokuyu almamamız, evrimsel olarak bir ortamda sürekli
bulunan bir molekülün varlığını beyne bildirerek onu yormanın önüne
geçmek içindir. Ancak sıra dışı bir molekül ortama girince onu tanımak
daha önemlidir. Terin kokusu yoktur. Ancak teri iki tür bakteri teri
parçaladığı için ortaya kötü koku çıkar. Bu kokuların beğenilip
beğenilmemesi de erkek ve dişilere göre farklı değerlendirilir.
2006 Yılı Nobel ödülü Koku Çalışmasına Verildi
1991’de Linda Buck ve Richard Axel, bize koku duyusunu kazandıran büyük
bir gen soyu bularak, bu alanda önemli bir keşfe imza attı. Buck ve
Axel, deneylerini tasarlarken üç temel varsayımda bulundular. Önce, koku
reseptörlerini oluşturan genlerin neye benzediği konusunda başka
laboratuarların yaptığı çalışmalara dayanarak, mantıksal bir varsayım
oluşturdular. Bu deneylerle koku reseptörlerinin, bilgiyi hücreden
hücreye taşımaya yarayan çok sayıda moleküler halka içeren, kendine özgü
bir yapıda olduğu gösterilmişti. Bu önemli bir bulguydu; böylece Buck
ve Axel artık, bir farenin genomunda bu yapıyı oluşturan genleri
arayabilirdi. İkinci olarak, bu reseptörleri oluşturan genlerin kendine
özgü bir etkinliğe sahip olması gerektiği varsayımında bulundular: Bu
genler, sadece koku duyusuyla ile ilgili dokularda etkin olmalıydı. Bu
da akla uygundu; koku duyusuyla ilgili bir yapı, sadece bu iş için
özelleşmiş dokularda olmalıydı. Axel ve Buck son olarak bu genlerden bir
ya da birkaç tane olmadığını, çok sayıda gen bulunması gerektiğini
ileri sürdüler. Bu varsayım, farklı türden kimyasalların farklı koku
uyarımları yarattığı gerçeğine dayanıyordu. Eğer her tip kimyasal madde
için yalnızca kendisine özgü bir reseptör/gen varsa, o zaman muazzam
sayıda gen olması gerekirdi. Ancak, deneyi tasarladıkları sırada eldeki
verilere göre, bu doğru olmayabilirdi de.
Buck ve Axel’in varsayımlarının üçü de tam olarak doğrulandı. Aradıkları
reseptörün yapısına uygun genlerin varlığını saptadıkları gibi, bu
genlerin de sadece, koku alma ile ilgili dokularda, burun epitelinde
etkin olduğunu buldular. Son olarak, buldukları genler gerçekten de
büyük sayıdaydı. Deney büyük başarıydı. Buck ve Axel daha sonra,
gerçekten hayret verici bir şey daha keşfettiler: Tüm insan genomunun
yüzde 3’ü, farklı kokuları algılayabilecek genlere ayrılmıştı. Bu
genlerin her biri, bir koku molekülüne duyarlı bir reseptör yapıyordu.
Buck ve Axel, bu çalışmalarından ötürü 2006 yılında Nobel ödülüne layık
görüldüler.
İki Tür Koku Alma Geni Var
İki tür koku alma geni vardır; biri sudaki, diğeri havadaki kimyasal
kokuları almak için özelleşmiştir. Koku molekülleri ve reseptörler
arasındaki kimyasal reaksiyonların suda ve havada farklı olması da,
farklı türden reseptörlerin gerekliliğini açıklar. Tahmin edebileceğiniz
gibi, balıkların koku almayla ilgili nöronlarında su esaslı reseptörler
varken, memelilerde ve sürüngenlerde hava esaslı reseptörler bulunur.*”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder